Gıybetin kötülükleri hakkında islami bilgiler

Gıybetin ne gibi fenalıkları vardır?
Hz. Allah’ın Celal sıfatının tecellisiyle halkettiği, iki kaşımızın ortasına yerleştirdiği nefs-i emmare, onu taşıyan herkesin beynini, bütün dimağını, topuklarına kadar bütün bedenini ihata etmiştir. İşte bunun neticesi olarak, herkes nefsiyle başbaşa, beraberce yaşamak mecburiyetindedir. Nefs-i emmare ki, insanı küfre ve isyana, ahlakı zemimenin her türlüsüne düçar eden bir mahluk. İnsan, o nefsini hakiki manada terbiye etmeye muvaffak olamadığı müddetçe Rabbına karşı asi olmak yani günah-ı kebair ve sagairden bir kısmını irtikab etmekle karşı karşıya kalabilir. İşte insanın irtikab ettiği haramlardan bir taneside gıybet ve gıybetin bir nev’isi olan su-i zandır. Mahlukat içerisinde, ilk gıybet yapan Şeytan’dır. Şeytanın düçar olduğu akıbette herkesce malumdur.
Gıybet; duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyecek olan bir kusurunu gıyabında söylemektir. Buna halk lisanında çekiştirme de denir. Bu kusur, kıyafetinde, yaratılışında, ahlakında ve akrabasında, her nerede olursa olsun fark etmez. Hutbemin başında okuduğum ayeti kerimede Cenab-ı Hakk: “Ey İman Edenler! Zannın bir çoğundan ictinab edin-uzak bulunun, beslemekten yahud onunla amel etmekten sakının. Çünkü zannın bazısı ağır günahtır. Bununla beraber tecessüs de etmeyin. Yani mü’minlerin eksikliklerini bulacağız, açık delil ve emareler elde ederek zann veya yakin husule getireceğiz diye casus gibi inceden inceye yoklayıp araştırmayın da zahir olanı tutun. Allahın örttüğünü örtün. Ve bazınız bazınızı gıybet de etmesin. Çekiştirmesin. Hiç biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemesini sever mi? Elbette sevmez değil mi? Demek ki ondan, o eti yemekten tiksindiniz. Öyle ise yapmayın ve Allah(cc)’a sığının. Allahın ictinab emrettiğinden sakınarak ve yaptıklarınıza nedametle tevbe ederek vikayesine girin korunun. Çünkü Allah(cc) rahim ve tevvabdır” buyuruyor. Anlaşıldığı üzere; ayeti kerimede Mevlamız mü’min kullarını gıybetten men ediyor ve gıybet yapanı müslüman kardeşinin ölü etini yiyen kimseye teşbih ediyor.
Peygamber Efendimiz(sav)’de hadis-i şerifte: “Gıybetten sakınınız; zira gıybet, zinadan daha şiddetlidir. Çünkü zina eden kimse, tevbekar olur, Allah(cc)’da kendisini afveder, fakat gıybet edilen afvedinceye kadar, gıybet eden afvedilmez” buyuruyorlar. Yine Rasulüllah(sav) Efendimiz: “Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz? Kardeşinizin hoşlanmayacağı şey ile onu anmanızdır” buyurdu. Bunun üzerine “söylediklerimiz o kimsede varsa buna ne buyurursunuz” diyenlere Resul-i Ekrem: “Söylediğiniz kusurlar onda varsa işte o zaman gıybet etmiş olursunuz, yoksa iftira etmiş olursunuz” buyurdular. Hz. Aişe(ra) Validemiz anlatıyor: “Sakın kimseyi gıybet etmeyin, ben bir defa Resul-i Ekremin yanında bir kadın için: ‘bu ne uzun etekli bir kadındır’ dediğimde, Resul-i Ekrem bana ‘tükür’ dedi ve ben de bir et parçası tükürdüm” buyurdular.
Gıybet yalnız dil ile değil, her aza ile yapılabilir. Nitekim; dil ile bir kimse anılabileceği gibi, taklit yoluyla, ima yolu ile ve yazı yolu ile de gıybet yapılabilir. Gıybetin bir nev’i de kalb ile yapılanıdır ki buna su-i zan denir ve bu da haramdır.
Dil ile bir kimsenin kötü taraflarını zikretmek yasak olduğu gibi, kalb ile kötü zanda bulunmakta yasaktır. Su-i zannın haram olmasının sebebi; herkesin kalbinde olanı Allah’ü Teala bilir. Binaenaleyh, gözünle görüp te’vil kabul etmeyen kat’i bir malumata sahib olmadıkça, kimse için kötü düşünmeye kimsenin hakkı olamaz.Gözünle görmeyip kulağınla duymadığın hususlarda kalbine gelen şüpheler şeytandandır. Şeytan ise en fasık kimse olduğu için, onu tasdik değil yalanlamak gerekir.
Nitekim Cenab-ı Hakk ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Ey Mü’minler, eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz” buyuruyor.
Fahr-i Kainat(sav) Efendimiz de: “Muhakkak ki, Allah-ü Teala müslümanın malını, canını ve kendisine su-i zanda bulunulmayı haram etmiştir” buyuruyor. Ortada görgü veya şehadete dayanan bir hal yok iken hatırına su-i zan vesvesesi gelirse, hemen onu hatırdan atmak ve adamın iç yüzünün kendi nazarından kapalı olduğunu, ortadaki tavır ve davranışın şerre ihtimali olduğu gibi, hayra da ihtimalini düşünerek su-i zandan sakınmaktır.
Yine Peygamber Efendimiz’in hadis-i şeriflerinde beyan edildiği üzere gıybet, dedikodu ve su-i zan, kabir azabının şiddetli olmasının başlıca sebeblerindendir.
Gıybet ve su-i zan hususu çok hassas bir vaziyet arz eder. Sadece gıybeti yapan değil, gıybete teşvik eden ve yapılan gıybeti herhangi bir infial göstermeden dinleyen de aynı suça ortak olmuş olur.
Bu meselede şuur ve idrak sahibi olmaya çalışan her Müslümana düşen vazife, yukarıdan beri izah etmeye çalıştığım hususlar müvacehesinde, gıybetten, dedikodudan ve su-i zandan azami derecede ictinab etmek, hataya düşmemek, nefsin ve şeytanın vesvesesi istikametinde hareket etmemeye gayret göstermektir. Fenalığını ve çirkinliğini izaha çalıştığım bu illete bilerek kasten bulaşmışsa bir insan, -hafezanAllah- çok fena bir durum. Eğer gafleti sebebiyle böyle büyük bir günahı irtikab etmiş ve ediyor ise zahiri ve batını, dünyevi ve uhrevi bakımdan çok büyük tahribat vesilesi olan, ibadetlerimizin kabulüne ve Allah(cc) yolundaki hizmetlerin ruhuna gölge düşüren, şer’i şerifin hem zahiri ve hemde batıni cihetiyle çok mezmum bir fiil olan bu günahtan kurtulmak için ne icab ediyorsa yapmaktır. Bunun için de nedamet duyup, tevbe etmek, Allah(cc)’a, Resulüllah’a ve Piranımıza sığınarak, evrad-ü ezkarımıza daha çok dikkat etmek ve feyz-i muhammedle daha fazla alakadar olmaya gayret etmek icab eder. Ve yine hem kendimiz hem de birbirimiz için, Mevlamıza çokça yalvarmak, dua ve iltica etmek lazım gelir.
Kişi nefsine uyarak, kinini yenmek için, arkadaşlarının kendisini konuşturup dinlemeleri için, bir işin kendi aleyhinde olacağına ve hakkında dedikodu yapıp kendisine dil uzatacağına herhangi bir vesile ile kani olduğu için, muhatabından evvel onun aleyhine geçerek kendi aleyhine konuşacaklarını çürütmek için, kendisine isnad edilen şeyi başkasına yüklemek ve bu suretle kendisini kurtarmak için, kendisini üstün göstermek ve başkalarını küçük göstermek için ve hased-çekememezlik gibi sebeblerle gıybet yapar.
Bütün bu hususlarla beraber dinimizin gıybete ruhsat verdiği durumlar da mevcuttur. Şöyle ki; zulme uğrayanın hakkını araması için daha üst mercilere durumunu arz etmesi, şikayette bulunması, yapılan kötülüğü düzeltmek ve günahkarı yola getirmek için, fetva almak için, müslümanı kötülükten korumak için.. Yine Ruh-ul Beyan tefsirinde beyan edildiğine göre şu üç kimsenin gıybetine ruhsat verilmiş hatta güzel görülmüştür. 1. Sapık ve zalim idareci, 2. Fıskını açıkca ilan eden, 3. Bid’at ehli olup insanları da bidatine davet eden kimse.



İhyau Ulumi’d-Din C:3 S:327
Ruh-ul Beyan C:9 S:90
İhyau Ulumi’d-din C:3 S:337