İSLAMDA TALAK (BOŞAMA) VE HÜKÜMLERİ

İslamda Boşama (talak )ve hükümleri nelerdir?İslama göre Boşama nasıl olur?İslama göre hangi lafızlar boşama olarak kabul edilir.
İslam dininde evlilik nasıl meşru ve helal ise,islamın meşru kıldığı sebeplerden dolayıda evliliği sonlandırmak yani boşanmakta meşrudur,helaldir.
İslâm, evliliğin asıl gayesinden uzaklaştığı, eşlerin bir arada huzurla yaşamalarına imkan kalmadığı, ihtiyaç ve zaruretlerin gerektirdiği hallerde evliliğin sona erdirilmesine izin vermiştir. Bu izin doğrultusunda evliliğe, erkek tarafından doğrudan ya da kadından aldığı bir bedel karşılığında son verilebileceği gibi, talâk hakkını elinde tutan kadın tarafından, hakim veya hakem kararıyla da son verilebilir.

İslama göre Talak ve Talâk Çeşitleri:

Lâfızları bakımından "Sarih" ve "Kinâyeli" diye iki kısma ayrıldığı gibi, sarih ve kinâyenin her biri de dönüşü olup olmaması bakımından "Ric'î" ve "Bâin" diye ikiye ayrılır.

Sünnet-i seniyye'ye uygun olup olmaması bakımından "Sünnî" ve "Bid'î" diye ikiye ayrılır.

Derhal ve şarta bağlı olup olmaması bakımından "Müneccez" veya "Muaccel", "Muallak" ve "İstikbâle izâfe etme" diye kısımlara ayrılır.



Boşamada Kullanılan Tabirler:

İster Türkçe, ister başka dil ile, ister sözle, ister yazı ile, ister işaretle olsun, evlilik talâkla sona erer.

Sözle olanı ya "Sarih" yani açık olur, veya "Kinâyeli" yani kapalı olur.



1. Sarih olanlar:

Doğrudan doğruya boşamayı ifade eden sözlerdir.

Meselâ; "Sen boşsun.", "Boşanmışsın.", "Seni boşadım." gibi "Boşamak" kelimesinden türeyen bütün sözler bunun gibidir. "Sen bana haramsın.", "Seni kendime haram ettim." gibi kocanın söylediği sözler de böyledir. Her ne kadar bunlar kinâyeli sözler ise de, halk arasında ekseriyetle boşanma için kullanıldığından, bu gibi ifadeler de bu hususta "Sarih" haline gelmiştir.

Talâk vermek için dilde ve örfte "Boşama" mânâsı taşıyan bir lâfzın kullanılması veya yazılması, ya da anlaşılır şekilde işaret edilmesi şart olduğu gibi; vasıflarını saymak, ismini söylemek veya işaret etmek suretiyle tayin ederek "Boşama"yı hanıma isnat etmek şarttır.

Meselâ "Karım boştur." veya işaret ederek "Şu boştur.", "Sen boşsun." ya da karısından bahsedilirken "O boştur." demesi gibi.



Hükmü:

Lâfız sarih olursa, meselâ koca karısına "Sen boşsun." dese, hiç niyete veya boşamayı gösterecek bir şeye ihtiyaç olmaksızın boşanma gerçekleşir. "Ben boşanmak istemiyordum." gibi iddiâlarına itibar edilmez. Çünkü talâkın ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir.



2. Kinaye (kapalı) olanlar:

Bu, boşanmaya da başka şeye de yorumlanması mümkün olan ve halkın boşanmada alışmadığı ifade ile verilen talâktır.

Meselâ kocanın karısına "Babanın evine git.", "Git.", "Çık.", "Uzak ol.", "Sen benim karım değilsin.", "İddet bekle." gibi, esasen dilde boşama için konulmamış lâfızlarla verilen talâk kinayeli talâktır.

Kinayeli boşamada niyet esastır. Kalp niyeti veya hâl delâleti ile boşama kastedilirse, talâk meydana gelir.

Yalnız "Sen haramsın.", "Sen bana haramsın, ben sana haramım.", "Helâlim haram olsun." gibi haram sözüyle meydana gelen kinayeli sözler, niyetsiz söylense bile geçerli olan bir talâktır.

Erkeğin karısına "Sen talâksın", "Sen bir talâkla boşsun." gibi söylediği sözlerin her biriyle bir Ric'î talâk husule gelir.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-e Irak'tan bir mektup gönderilmiş, bir erkek karısına "Senin ipin boynundadır." derse bunun hükmünün ne olduğu, karısının boş olup olmayacağı sorulmuştu. O da oradaki memuruna "O kimseye Hacc mevsiminde beni Mekke'de bulmasını emret!" diye haber gönderdi.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- tavaf yaparken o kimse gelip selâm verdi, kendisini tanıttı. "Ben senin bulmanı emrettiğin kimseyim." dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- "Ben sana şu Beyt-i Muazzama'nın Rabbi adına soruyorum. "İpin boynundadır!" derken ne kastettin?" diye sordu. O kimse "Sen bu mukaddes mekândan başka bir yerde yemin verseydin, sana doğruyu söylemezdim. Ben bununla boşanmayı kastetmiştim." cevabını verince Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:

"Bunun hükmü senin kastettiğin şeydir." buyurdu. (Muvatta. Talâk 5)

Koca sinirli olmadığı ve boşanmadan bahsedilmediği bir sırada kinayeli sözlerle verilen talâk hakkında, hangi kinayeli sözle olursa olsun, niyet bulunmadıkça "Boşamıştır." hükmü verilemez. Sinirli olmadığı fakat boşanmadan bahsedildiği bir sırada vermişse ve bunlar "İddetini say.", "Kesin ayrısın." gibi sözler ise, niyetine bakılmaksızın boşanma husule gelir. Amma "Git.", "Çık.", "Kalk." gibi sözlerde ise, niyeti sorulur.

Rükâne -radiyallahu anh- anlatıyor:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e 'Yâ Resulellah! Ben karımı kesinlikle boşadım.' dedim. 'Peki bununla ne kastettin?' diye sordu. 'Bir talâk kastettim.' dedim. 'Bununla bir talâk kastettiğine yemin eder misin?' dedi. Ben de 'Vallahi bununla bir talâk kastettim.' dedim.

Bunun üzerine:

"Bunun hükmü senin kastettiğin şeydir." buyurdu ve kadını ona geri verdi. (Ebu Dâvud: 2196)

Koca bununla iki veya üç talâka niyet ederse, hükmü niyete göredir.



3. Sarih ve kinâyeli olanların dışındaki boşama ifadeleri:

Yazı ile talâk: Koca bilinen mektuplar gibi kağıt üzerine karısının adını, adresini yazar. "Hanımım filâncaya." dedikten sonra "Sen boşsun." der ve açıkça boşamayı ifade ederse, bunun hükmü sarih olan lâfızlarla verilen talâkın hükmü gibidir. Niyetinde olmasa bile boşama meydana gelir.

Elçi ile talâk: Bu, kocanın uzakta bulunan karısına onu boşadığını bildirmek için bir kimseyi göndermek suretiyle yapılan boşama şeklidir. Elçi o kadına gider, durumu olduğu gibi tebliğ eder. Bunun hükmü de sarih sözlerle yapılan boşamanın hükmü gibidir, boşama vâki olur.

Karşılıklı istekle yeniden nikâhlanma olmadıkça evliliğe dönüş câiz olmaz.



Sünnet-i Seniyye'ye
Uygunluğuna Göre Talâk:

Talâk, Sünnet-i seniyye'ye uygun olup olmaması açısından "Sünnî" ve "Bid'î" diye ikiye ayrılır.



1. Sünnet üzere boşama:

Boşama hususunda hissi ve acele karar vermemek, yanlışlığa ve huzursuzluğa düşmemek için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarafından talâkta "Sünnî" boşama emredilmiştir.



a. Talâk-ı ahsen:

En güzel boşama tarzı demektir. Bu da hayızdan sonraki temizlik devresinde mukarenette bulunmadan bir Ric'î talâkla boşanan kadına, iddeti bitinceye kadar bir daha boşama yapılmamasıdır.

Zira bu telâfisi mümkün olduğu için daha az pişmanlık getiren ve kadına az zarar veren bir boşama şeklidir.



b. Talâk-ı hasen:

Güzel boşama tarzı mânâsına gelen bu talâkın üç şartı vardır:

Boşamanın kadının temiz olduğu zamanda olması.

Bu devrede mukarenette bulunmadan olması.

Yalnız bir Ric'î talâkla olması.

Bir temizlik devresinde şartlara uygun olarak meydana gelen bir ric'î talâktan sonra, istenirse yine öbür aydaki temizlik devresinde aynı şartlarla bir boşama yapılır. Sonraki ayın temizlik zamanında yine aynı şekilde boşama yapılabilir. Böylece ortalama üç aylık olan iddet zamanı içinde her ay birer ric'î talâk ile üç boşama tamamlanmış olur. İstenirse de bir-iki boşamadan sonra iddet içinde tekrar evliliğe dönülebilir.



2. Bid'at üzere boşama:

Sünnet-i seniyye'ye aykırı olarak yapılan boşamadır.

a. Kadını hayızlı iken boşamak.

b. Kadını temiz olduğu günlerde mukarenetten sonra bir defa boşamak.

c. Kadını bir temizlik günlerinde, bir defada veya ayrı ayrı zamanlarda birden fazla boşamak.

Kişi bu bid'atı işlerse boşama sahih ise de tahrimen mekruhtur, kişi günahkâr olur, gazab-ı ilâhîyi celbeder.



Dönüş İmkânı Olup Olmamasına Göre Talâk:

"Sarih" ve "Kinâye" talâktan her biri, dönüş imkânı olup olmaması açısından "Ric'î" ve "Bâin" olmak üzere iki kısma ayrılır.



A. Ric'î Talâk:

Fiilen evlenip karı-koca olduktan sonra erkeğin karısını sarih boşama sözleriyle boşamasıdır.

Meselâ; "Seni boşadım.", "Benden boş ol.", "Talâkın bana vâcip oldu." gibi sarih boşama sözleriyle, boşama niyeti olmasa dahi bir "Ric'î talâk" meydana gelir. "Sen benim karım değilsin.", "Ben senin kocan değilim." gibi biraz kinâyeli talâk tabirleri boşama niyetiyle söylenirse, yine bir "Ric'î talâk" husule gelir.

Bu çeşit boşamadan sonra erkek yeni bir nikâh yapmaksızın ve mehir ödemeksizin, karısıyla iddeti içinde normal âile hayatına dönebilir. Burada kadının rızâsı aranmaz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Boşanma iki defadır. Bundan sonra kadını ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermek lâzımdır." (Bakara: 229)

Erkeğin kadına tekrar dönmesi ancak birinci ve ikinci talâktan sonra henüz iddet bitip "Bâin" olmadan yapıldığı takdirde câiz olur. İddet bitince "Ric'î" talâk "Bâin" olur. Bundan sonra ise koca ancak yeni bir nikâhla karısını geri alabilir.

Ric'î talâkta boşanmanın bir bedel karşılığı olmaması gerekir.



Ric'î talâkın hükmü:

a. Verilen talâk, kocanın sahip olduğu talâk sayısını eksiltir. Meselâ karısını bir Ric'î talâkla boşayan erkeğin geriye iki talâk hakkı kalır.

b. Koca hanımını bir talâkla boşadıktan sonra dönüş yapmadan iddet bitse, kadın kocasından kesin olarak ayrılır.

Karşılıklı istekle yeniden nikâhlanma olmadıkça evliliğe dönüş câiz olmaz.

c. Koca boşadığı hanımına iddet devam ettikçe dönebilir. Çünkü Ric'î talâk cinsî mukareneti haram kılmaz.

d. Kadın iddeti doluncaya kadar kocasının evinde ikametle mükelleftir.

e. Ric'î talâkla boşanan kadın, boşayanın karısı durumundadır. Ona ikinci bir talâk verebilir, zihar yapabilir. İlâ ve liân yapabilir.

f. O müddet içinde eşlerden birisi vefat etse diğeri ona varis olur.



B. Bâin Talâk:

Yeniden nikâh olmadıkça, iddet içinde dahi olsa evlilik hayatına dönülemeyen boşama şeklidir.

Bâin talâk iki çeşittir:



1. Beynûnet-i Suğrâ:

Kocanın boşadığı hanımına ancak yeni bir nikâhla ve mehir tesbit ederek dönebileceği talâktır.

Nikâhtan sonra birleşme meydana gelmeden boşamanın yapılması, birleşmeden sonra ayrılık ifade eden kinâye sözlerle veya şiddet ifade eden tabirlerle boşanmanın yapılması gerekir.

Meselâ "Sen bana haramsın, ben sana haramım.", "Kesin olarak boşsun." gibi mânâ ve maksatları açık olan ifadeler kadına karşı söylendiği takdirde, boşama niyetine ihtiyaç kalmadan Bâin talâk meydana gelir.

Fakat "Senden ayrıldım.", "Çek git.", "Kendine eş ara.", "Âilene katıl." gibi Bâin talâk gerektiren günlük hayatta çok kullanılan kinâye tabirler olmaksızın, boşama niyet ve gayesiyle söylenmezse, boşama husule gelmez.



Hükmü:

a. Derhal ayrılık meydana gelir. Nikâh kalkar. Yeniden nikâhlanmadıkça evliliği sürdürmek câiz değildir.

b. Bâin talâk iddetinde kadının kocasından örtünmesi, onun evinde iddet doldurması gerekir. Fakat o erkekle bir odada yalnız kalamaz.

c. Bu talâktan sonra eşlerden birisi ölse, diğeri onun vârisi olamaz.



2. Beynûnet-i Kübrâ (Talâk-ı selâse):

Talâkın üç olması demektir. Erkeğin karısını üç kere boşamaya hakkı vardır. Bir veya iki bâin talâkla boşamış ise onunla iddet içinde veya iddetten sonra yeni bir nikâh yapmak suretiyle evlenebilir.

Bu üç talâk ister ayrı ayrı vererek tamamlansın, ister "Üç" sözünün sözle veya işaretle talâkla birlikte bulunması şeklinde olsun, ister bir mecliste veya çeşitli meclislerde talâkı üç defa tekrar etsin, talâk "Beynûnet-i Kübrâ" olur.

Meselâ "Sen üç talâkla boşsun." demesi veya "Sen boşsun." deyip üç parmağı ile işaret etmesi gibi.

"Boşsun, boşsun, boşsun." demesi halinde üç talâk vâki olur. Ancak ikinci ve üçüncü "Boşsun." kelimeleriyle birinciyi kuvvetlendirmek istemişse, o takdirde sadece bir talâk vâki olur.

Üç talâk husule gelirse artık bir daha boşama hakkı kalmaz. Koca boşadığı karısı ile, onun ancak başka bir koca ile sahih bir nikâhla evlenip gerçek zifaf olduktan, ikinci kocasından da ölüm veya başka şekilde ayrılıp iddetini tamamladıktan sonra evlenebilir. Buna "Şer'î tahlil" veya "Hülle" denir.

Allah-u Teâlâ bu hususta Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Eğer erkek, karısını üçüncü bir defa daha boşarsa, bundan sonra kadın başka bir erkeğe nikâhlanmadıkça kendisine helâl olmaz." (Bakara: 230)

Aralarında üç boşama meydana gelmiş olan erkekle kadının samimi bir âile kurmaları, normal olarak ihtimal dahilinde değildir. Aralarında az da olsa bir cazibe bulunsaydı, bir-iki boşama ile yetinilir, durumun düzelmesine kadar beklenebilirdi.

Erkek ikinci defa karısına döndükten sonra, ya ölünceye kadar evliliğini iyi bir şekilde devam ettirmek veya üçüncü defa karısını boşamışsa onu güzellikle salıvermek zorundadır.

Birinci ve ikinci boşama birer deneme dersidir. Bu denemeler yapıldıktan sonra üçüncü defa boşanmaya lüzum gören ve Allah-u Teâlâ'nın bahşettiği bu tecrübe dersinden faydalanmayı hiç de takdir etmeyen bir erkekle o kadın arasında ciddi bir âile hayatı olacağına ihtimal verilemez. Fakat o kadının elden çıkıp başkasının yatağına girmesi gibi acı bir ayrılıktan sonra bile, ruhların derinliklerinde önce hissedemedikleri bir evlenme ilgisi bulunduğunu takdir ederlerse, o zaman bunun ciddiyetine inanılabilir.

Daha önce karısını iki defa boşayan bir koca, onu üçüncü defa boşamaktan korkar ve boşamayı bir tehdit vasıtası olarak kullanmaktan vazgeçer.

Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:

"Bu ikinci koca onu boşarsa, Allah'ın hudutları içinde duracaklarına inandıkları takdirde tekrar birbirlerine dönmelerinde bir günah yoktur." (Bakara: 230)

Ancak şu şartla ki, kadın ilk kocasından üçüncü talâkla ayrıldıktan sonra başka bir adamla evlenir ve bu adam da herhangi bir sebeple onu boşarsa, işte o zaman kadın ilk kocasına helâl olur ve onunla tekrar evlenebilir.

Burada şu şarta işaret etmek gerekir ki, kadın ilk kocasından ayrıldıktan sonra ikinci şahıs ile gerçek bir evlilik yapması, evliliğin tabii bir neticesi olan karı-koca münasebetlerinin fiilen gerçekleşmesi lâzımdır.

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- vâlidemizden rivayet edildiğine göre, Rifâa -radiyallahu anh- ın karısı Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek "Ben Rifâa'nın yanındaydım, beni üç talâkla boşadı ve boşamayı kesinleştirdi. Ben de Abdurrahman bin Zübeyr ile evlendim. Fakat onun tenasül uzvu, şu elbisenin saçağı gibi gevşek." dedi.

Resulullah Aleyhisselâm tebessüm ederek:

"Belki sen eski kocan Rifâa'ya dönmek istiyorsun. Hayır, sen Abdurrahman'ın balcağızını, o da senin balcağızını tatmadıkça (yani birbirinizle mukarenette bulunup onun tadını almadıkça) Rifâa'ya dönemezsin." buyurdu. (Buhari-Müslim)

Üç talâkla boşanmış kadının tekrar kocasına dönmesini sağlayan nikâhın, sahih ve bizzat arzulanan samimi bir evlilik için olması gerekir. Bunun içindir ki, her kim kendisini ilk kocasına helâl kılmak için bir adamla evlenirse, bu evlilik geçerli olmadığı gibi, ikinci koca bu kadını boşadığı zaman kadın ilk kocasına helâl olmaz. Böyle bir nikâh, nikâh değil zinâdır. Böyle bir oyuna başvuranlar Allah-u Teâlâ'nın lânetine müstehak olur. Ancak bu lânet sadece haram olan bu sahtekârlığa başvurmak değil, fakat aynı zamanda bu haramın ikinci bir harama basamak yapılmasından ve haram üzerine haram işlenmesindendir. Çünkü kadının eski kocasına dönebilmesi için başka bir erkekle sahte nikâhla evlenmesi ve sahte nikâha başvurması haramdır. Bu haramı meşrulaştıranlar, bu yüzden Allah-u Teâlâ'nın lânetine müstehak olurlar.

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- hülle yapana da yaptırana da lânet etmiştir." (İbn-î Mâce: 1934)

Bir kimseyi lânetlemek, onu Allah-u Teâlâ'nın rahmetinden ve hayırdan uzaklaştırmasını dilemek demektir.

Ukbe bin Âmir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün:

"Ben size kiralık tekeyi bildireyim mi?" buyurdu.

"Bildir yâ Resulellah?" dediler.

"O, hülle yapan kimsedir. Allah hülle yapana da yaptırana da lânet etsin." buyurdu. (İbn-î Mâce: 1936)

Çünkü nikâh ebedî bir müddetle yapılır. Üç günlük, beş günlük, bir yıllık gibi bir müddetle yapılan nikâh çok çirkin bir haysiyetsizliktir. Kadının eski kocasına helâl olmasına imkân sağlamak için, bir adamın kendi nefsini kiraya vermesi demektir.

Bakara sûre-i şerif'inin 230. Âyet-i kerime'sinin devamında şöyle buyuruluyor:

"Bunlar anlayan bir topluluk için Allah'ın açıkladığı hudutlardır." (Bakara: 230)

İşte Allah-u Teâlâ'nın şer'î hükümleri bunlardır. Yapılan açıklamaları gereğince anlayan bir topluluğa bunları açıklamaktadır.



C. Müneccez (Muaccel) Talâk:

Bir kişinin karısına "Seni boşadım." demek suretiyle derhal boşamak isteyerek yapılan boşamadır. "Boş" sözünün ağızdan çıkmasıyla talâk hemen gerçekleşir, neticeleri husule gelir.



D. Muzaf Talâk:

Gerçekleşmesi ilerideki bir zamana bırakılan talâktır. Meselâ karısına "Yarın boşsun." veya "Filân ayın filân gününde boşsun." dese, o gün gelince talâk vâki olur.



E. Muallâk Talâk:

Bu talâk "İse", "Zaman", "Şayet" gibi talik, yani şart edatlarını kullanarak talâkın meydana gelmesini ileride bir işin olmasına bağlamaktır.

Meselâ kişi karısına "Filânın evine girersen boşsun.", "Memleketine gidersen boşsun.", "Evden benden izinsiz çıkarsan boşsun." demesi gibi.

Buna mecâzi yemin denilir.

Eğer şart olması da olmaması da imkân dahilinde olan ihtiyâri bir iş ise, bu ya kocanın fiillerinden, ya hanımın fiillerinden ya da üçüncü bir şahsın fiillerinden olur.

Kocadan olanlar: Meselâ "Filânla konuşursam karım boş olsun!" demesi gibi sözlerdir. Onunla konuşmadıkça talâk husule gelmez.

Hanımdan olanlar: Meselâ kocanın karısına "Filânın evine gidersen boşsun!" demesi gibi. O eve girmedikçe boş olmaz.

Üçüncü bir şahıstan olana misal: Kocanın karısına "Kardeşin o işi yaparsa sen boşsun!" demesi gibi.

Bir şarta bağlı olarak yapılan boşamalarda, şart bulunduğu zaman talâk gerçekleşir.



Kur'an-ı Kerim'de Talâk:

Kur'an-ı kerim'de hususiyetle "Talâk" sûresi mevcuttur. Allah-u Teâlâ bu sure-i şerif'te, Bakara sure-i şerif'inde açıklanmamış bazı haller ile ilgili âileyi ilgilendiren, boşanmanın dışındaki bazı hallere âit hükümleri açıklamaktadır.

Allah-u Teâlâ ümmetini hayra götüren, hidayete erdiren seçkin Peygamber'ine tâzim ve aynı zamanda ümmet-i muhteremesini uyandırmak ve öğretmek için hitap ederek şöyle buyurur:

"Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman, onları iddetleri içinde (iddetlerini gözeterek) boşayın." (Talâk: 1)

Burada önce Resulullah Aleyhisselâm'a nidâ ile başlaması, beyan edilecek boşama tarzının onun şeriatına âit Allah-u Teâlâ tarafından gönderilen yeni bir hüküm olması hasebiyle duyurma ve tenbih ifade etmekte, aynı zamanda konunun önemini daha da artırmaktadır.

Ay halindeyken kadın boşanmayacağı gibi, kendisine mukarenette bulunduğu temizlik halinde de boşanmaz. Bir müslüman, karısından ayrılmayı arzu derse, ayrılacağı zamanı seçmesi lâzımdır. Kadın ay halinden temizlendikten sonra, onunla hiç mukarenette bulunmadan boşanmalıdır.

En güzel ve sünnet olan şekil budur.

Bu ise iddetin en kısa zamanda başlaması, mukarenet sonucu gebelik meydana gelmemesi ve kocasının tam bir idrak ve düşünüş halinde ve aklını kullanarak boşaması içindir. Kadının hayız anında boşanması yasaklanmıştır ki, iddet zamanı uzayıp da kadın zarar görmesin.

Âdet günlerinde kadın boşamak haram olduğu gibi, temiz halde iken mukarenette bulunduktan sonra boşamak da mekruhtur.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında karımı hayız halinde boşadım. Bunun üzerine babam Ömer -radiyallahu anh- durumu Resulullah Aleyhisselâm'a anlatmış da şöyle buyurmuştur:

"Ona emret de karısına dönsün. Sonra onu temizlenip başka bir hayız görünceye kadar terk etsin. Kadın temizlendiği vakit ya ona mukarenette bulunmadan boşasın, yahut nikâhında tutsun. Çünkü kadınların kendisi için boşanmasını emrettiği iddet budur." (Müslim: 1471)

Âyet-i kerime bu müddetin nazarı dikkate alınmasını, rastgele boşama yapılmamasını emretmiş olmaktadır.

"Ve iddeti sayın." (Talâk: 1)

Evlilik iddet süresinin bitimiyle sona erdiği için, boşama zamanını iyi belirleyip iddet günlerini tesbit etmek lâzımdır.

"Rabbiniz olan Allah'tan korkun." (Talâk: 1)

O'nun emir ve nehiylerine aykırı hareket etmekten, hükümlerine uymamaktan sakının. Gerek boşamada gerekse iddette kadınları zarara sokmaya kalkışmayın.

"Onları evlerinden çıkarmayın." (Talâk: 1)

Kocasından ayrılan bir kadın iddetini kocasının evinde beklemelidir. İddet süresi içerisinde koca üzerinde mesken hakkı vardır. Kocanın onu çıkarmaya hakkı yoktur. Kadının da çıkması câiz değildir.

"Kendileri de çıkmasınlar." (Talâk: 1)

Kocası izin vermiş olsa bile bir zaruret olmadıkça çıkmaları haramdır, çıkarsa günah işlemiş olur. Bu yasak soyu ve kadını korumak içindir.

"Apaçık bir hayâsızlık yapmaları hali müstesna." (Talâk: 1)

Geçimsizlik, serkeşlik ve dikbaşlılık yapıp da ihtiyaçları yok iken çıkıp gitmeleridir ki bu durumda fâhiş bir terbiyesizlik yapmış olurlar.

Çıkıp giderlerse iddet hakkından kurtulmuş olmazlarsa da, ev nafaka hakları düşer.

Kötü bir fiilde bulunurlarsa, o zaman kocasının evinde durması zor olduğundan çıkarılması câizdir.

"Bu hükümler Allah'ın hudududur." (Talâk: 1)

Kendilerine muhalefet edilmemesi icabeden ilâhî hükümlerdir. Bu hükümlere uymak ve haddi aşmaktan korkmak gerekir.

"Kim Allah'ın hududlarını aşarsa, kendine yazık etmiş olur." (Talâk: 1)

Allah-u Teâlâ, yolunda gidenlerin kurtuluşu için emir ve yasaklarla bir takım sınırlar çizmiştir. O sınırları geçtikleri zaman hak yoldan çıkarlar ve karanlıklara saparlar. Bu ise nefislere karşı en büyük zulümdür ve bu yüzden cehennem azabını hak etmiş olurlar.

İnsanlar Allah-u Teâlâ'nın hükümlerindeki hikmetleri gereğince bilemezler. O sayılacak iddet içinde Allah-u Teâlâ kişinin kalbinden karısına karşı nefreti çıkarabileceğini, tekrar karısı ile beraber yaşamayı arzu edebileceğini düşünemezler.

Eğer o kimse Allah-u Teâlâ'nın Kitab-ı kerim'inde gösterdiği yola uyarak karısına böyle bir mühlet tanırsa, Allah-u Teâlâ onun arzu ettiğini irade buyurur.

Nitekim Âyet-i kerime'nin sonunda şöyle buyuruluyor:

"Sen bilmezsin, belki de Allah bunun ardından bir durum peyda ediverir." (Talâk: 1)

İddet süresi boyunca boşanan kadının, kocasının evinde kalmasının hikmeti; kocasının onu boşamaktan dolayı pişmanlık duyması, Allah-u Teâlâ'nın onun kalbinde ona dönmek arzusunu halketmesi dolayısıyladır. Şüphesiz ki kalpler Allah-u Teâlâ'nın iki parmağı arasındadır, onları dilediği tarafa çevirir.

Onun içindir ki herhangi bir sebeple karısını boşayacak olan kimse öfkeyle her şeyi kesip atıvermemeli, ilerisini de hesaba katmalı, Allah-u Teâlâ'nın bu emir ve nehiylerle tayin ettiği hududu aşmamalı, önce iddetini gözeterek temiz bir halde talâk vermeli ve iddeti saymalıdır. Şayet ayrılmak gerekirse bununla hem maksat hasıl olur, hem de bir tecrübeye imkân bırakarak düşünüp uyanmaya ve pişmanlık duyulursa geri dönmeye fırsat tanınmış olur.

Öyleyse en iyisi işi Allah-u Teâlâ'ya havale etmek, O'na bağlanmak, O'nun takvâsını gözetmektir.



Âyet-i kerime üç talâkın bir çırpıda verilmesinin mekruh olduğuna işaret etmektedir. Çünkü üç talâktan sonra dönmek mümkün değildir. Üç talâk vermek şeytana yardım, öyle yapmamak ise ona karşı çıkmaktır.

Nitekim Câbir -radiyallahu anh- den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Şeytan tahtını deniz üzerine koyar. Sonra çetelerini gönderir. Şeytanın katında ona derece itibariyle en yakın olanı, en büyük fitne çıkaranıdır.

Bunlardan birisi gelerek 'Şöyle şöyle yaptım!' der. Buna karşılık şeytan 'Sen bir şey yapmamışsın.' der. Sonra bir başkası gelip 'Onu karısıyla birbirinden ayırmadan bırakmadım.' der. Şeytan onu kendisine yaklaştırır ve 'Sen en iyisin!' karşılığını verir." (Müslim: 2813)



İddet süresi sona doğru yaklaşınca, daha önce belirtilen müddet miktarı içerisinde yani iddeti son bulmadan önce koca boşandığı karısını geri alabilme ve talâktan dönebilme yetkisine sahiptir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"İddet sürelerini doldurduklarında, onları güzellikle tutun." (Talâk: 2)

Bu şart geri dönüşün sonu, ayrılığın başlangıcı olan zamanı göstermek içindir. Binaenaleyh iddet müddeti içinde kocanın her zaman dönme hakkı vardır. Fakat iddet bitince tercih hakkı ortadan kalkar, ayrılık gerekir. Kadının izniyle nikâh tazelenmedikçe birleşme mümkün olmaz.

"Veya onlardan güzellikle ayrılın." (Talâk: 2)

Tutmayı ya da salıvermeyi tercih etseniz de bunları iyilikle yapmalısınız. Ayrılacaksanız güzellikle ayrılın. İddetini lüzumsuz yere, sırf ona eziyet vermek için uzatmayın. Gücünüz yetiyorsa, boşanma nedeniyle ona bir şeyler verin.

"İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun." (Talâk: 2)

Şüpheyi ortadan kaldırmak için, karı-koca ayrılsalar da geri kalsalar da şahitlerin şehadeti gerekir. Herkes boşanma haberini duyabilir, fakat tekrar birleşme haberini duyamaz.

Şahit tutma emri teşvik içindir. İhtilâfa kapı açılmaması için hikmetli bir tavsiyedir.

"Şahitliği Allah için yapın." (Talâk: 2)

Çünkü şahitlik edilmesini Allah-u Teâlâ buyurmaktadır. Şahitlere düşen de hiçbir şeyi gizlemeyerek, sırf Allah rızâsı için şehadet etmektir. Şahit, şahitliğini gizlerse hıyanet etmiş olur.

İşte bunlar Allah-u Teâlâ'nın emridir, her müminin bu emirlere boyun eğmesi lâzımdır.

"İşte bu, Allah'a ve ahiret gününe inananlara verilen öğüttür." (Talâk: 2)

Çünkü bunlara riâyet edip faydalanacak olanlar, Allah'a ve âhiret gününe imanı olan kimselerdir.

İman kabiliyeti kalmamış, gönülleri kararmış ve mühürlenmiş olanlar ne Allah'tan korkar, ne ahireti sayar, ne de nasihat dinlerler, onlar kendi nefislerinin hevâsına dalarlar.

"Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder, sıkıntıdan kurtarır." (Talâk: 2)

Dünya ve ahirette her türlü üzüntüden çıkacak bir yol bahşeder. Düştüğü darlıktan ve âile yüzünden çekmekte olduğu sıkıntılardan kurtulacağı bir çare gösterir.

"Ona hayaline gelmeyecek yerlerden rızık verir." (Talâk: 3)

Boşayan da boşanan da Allah'tan korktuğu takdirde, Allah-u Teâlâ ona bir çare yaratır ve ummadığı yerden nasibini verir.

"Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter." (Talâk: 3)

Sebeplere dayanma sınırlı, Allah'a güvenme ise sınırsızdır. Kuvvet ve emniyet sebeplere dayanmakla değil, ancak ve ancak Allah-u Teâlâ'ya güvenmekledir. Şu kadar var ki sebeplere sarılmak tevekküle mâni değildir, çünkü bu husus emr-i ilâhidir.

Bu durumda neticeye kolayca varılır, işler kolayca hal imkanı bulur ve kişi kolaylıklar içinde ömrünü huzurlu olarak devam ettirir.

Tevekkül edenin muradı, Allah-u Teâlâ'nın irade ve rızâsına teslim olmaktan ibaret olursa, Allah-u Teâlâ onun mükâfâtını büyütür.

"Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir." (Talâk: 3)

Hiçbir güç ve kuvvet Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirmesine mâni olamaz. Hükmünü istediği gibi yürütür.

"Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir." (Talâk: 3)

Ondan önce de meydana gelmez, sonraya da kalmaz. Hiçbir şey tesadüf ve başıboş değildir.



HUL'
(BEDEL KARŞILIĞINDA BOŞAMA)



Mahiyeti:

"Çıkarmak ve gidermek" mânâsına gelen Hul'; "kadının bir bedel karşılında evlilik bağından kurtulması" demektir. Muhâlea kelimesi de aynı mânâda kullanılır.

Karı-koca geçinemez ve Allah-u Teâlâ'nın emirlerini yerine getirmekten korkarlarsa, kadının kabul etmesi şartıyla ve bir bedel karşılığı ile kocasından ayrılmasına ruhsat vardır.



Meşru Oluşu:

Hul' Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye ile sabittir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Eğer siz de karı ve kocanın Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından endişe ederseniz kadının fidye vermesinde her ikisine de bir vebal yoktur." (Bakara: 229)

Karı-koca arasında bulunan sevgi ve saygının, sadâkat ve ünsiyetin yerini nefret ve kin alırsa, erkeğin âile reisi olarak evinin işlerini ihmal etmesinden korkulabilir. Aynı şekilde kadının da nefreti dolayısıyla kocasına kötü davranmasından veya ona hıyanetlik etmesinden endişe duyulabilir. Bütün bunlar Allah-u Teâlâ'nın hoşnut olmadığı davranışlardır. Gerek erkek ve gerekse kadın bu çeşit davranışlarla Allah-u Teâlâ'nın koymuş olduğu sınırı aşmış, evlilik hakkındaki hükümlerine riâyet etmemiş olurlar.

İşte bu durumlarda Allah-u Teâlâ'nın hududunu aşmaktan korkan erkek kadar kadın da korkabilir ve kocasından kendisini boşamasını isteyebilir. Hatta boşaması için erkeğe fidye verebilir, mehr-i muacceli geri verir, mehr-i müeccelinden vazgeçebilir.

Karı ile koca arasında böyle bir anlaşma olursa yaptıkları bu anlaşmadan dolayı üzerlerine her hangi bir günah yoktur.

Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:

"Bununla beraber eğer mehirlerinin bir kısmını kendiliklerinden gönül hoşluğu ile size bağışlarlarsa, onu afiyetle yiyin." (Nisâ: 4)

"Aralarında sulh yapmalarında onlara bir günah yoktur." (Nisâ: 128)

Sünnet-i seniyye'den delili ise; Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- nın rivâyet ettiği Hadis-i şerif'tir.

Cemile binti Selül -radiyallahu anhâ- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzuruna gelerek:

"Yâ Resulellah! Allah'a yemin ederim ki, ben kocam Sâbit bin Kays'ın dinine bağlılığını da ahlâkının güzelliğini de tenkit etmiyorum. Lâkin onun yanında kalırsam küfrü mucib bir duruma düşmekten korkuyorum. Ondan o kadar tiksiniyorum ki tahammül edemiyorum." dedi.

Bunun üzerine Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- ona "Sâbit'in vaktiyle mehir olarak sana verdiği bostanını kendisine geri verir misin?" diye sordu. Kadın "Evet veririm." deyince Sâbit -radiyallahu anh-e:

"Bahçeyi al ve onu bir talâkla boşa." buyurdu. (Buhârî. Talâk 12 - İbn-i Mâce: 2056)

Kadının bu ifadesi, imana girdikten sonra tekrar küfre düşmesine sebep olabilecek ciddi bir nefret halinin ifadesidir. Böyle bir söz söylemenin haram olduğunu bildiği halde, şiddetli nefretin kendisini böyle bir duruma düşürmesinden korkuyordu.

İslâm'da ilk vâki olan hul' budur.

Görüldüğü üzere İslâm sırf erkeğe âit olan talâk hakkına paralel olarak, evlilikten kurtuluş için bu yolu meşru kılmıştır. Böylece kadın fidye vererek bu evlilikten kurtulmuş olur.



Şartları:

Kocanın talâk verme ehliyetine sahip olması gerekir. Bu da akıllı ve bâliğ olmasıyla mümkündür.

Hul'un koca veya vekilin dışında hiç kimse tarafından yapılması sahih olmaz. Eşlerden her ikisinin veya birinin hul' hususunda vekâlet vermesi geçerlidir.

Hul' bedeli vekilden istenmez. Ancak "Kadın ödemezse ben öderim." diyerek kefil olmuşsa ondan istenir, o da bu bedeli kadından alır.

Kadının üzerinde sahih bir nikâh akdi bulunması şarttır. İster zifafta bulunmuş olsun, ister olmasın, isterse Ric'î talâkla boşanmış iddet halinde bulunsun hüküm aynıdır.

Hul' bedelinin mehir olabilecek bir mal olması lâzımdır. Şer'an mal sayılan ve elde edilebilen bir mal olması; tayin edilmiş olsun veya olmasın, hul' vaktinde mevcut olması veya kıymeti mal ile değerlendirilebilen bir menfaat olması demektir.



Hükmü:

Kadın Hul' isterse kocasının bunu kabul etmesi Sünnet-i seniyye'dir. Şu kadar var ki, meyil ve muhabbeti varsa, kadının sabredip fidye verme yoluna gitmemesi müstehaptır. Âilede durumu normal ise kadının hul' istemesi mekruhtur.

Geçimsizlik koca tarafından geliyorsa hul' yoluyla yapacağı boşamada kadından bir şey alması harama yakın mekruhtur.

Geçimsizlik kadın tarafından ise, kocası hul' fidyesi olarak mehir miktarını geçmeyecek meblağı alabilir. Kadına verdiği mehir bedelinden fazla olursa mekruhtur. Bununla beraber aldığı mal ona helâldir.

Karı-koca hul' yaparlarsa bununla bir "Bâin talâk" gerçekleşir. Şayet bu talâk bâin olmasaydı erkek dönebilir, kadın yine onun hakimiyetine girmiş olurdu.

Hul' sebebiyle eşlerden her birinin hakkı olarak diğerinin zimmetinde bulunan ve evliği ilgilendiren bütün haklar düşer. Fakat eşlerden birinin diğeri üzerindeki haklardan veya boçlardan olup da ödünç ve emanet gibi evlilikle ilgili haklar Hul' ile düşmez. Aynı şekilde iddet nafakası da anlaşmada düşürüleceği açıkça zikredilmedikçe düşmez.



Hak ve Menfaatler Karşılığında
Hul' Yapmak:

Hul' bedelinin nakit para ve mal ile değerlendirilen bir menfaat olması geçerlidir.

Meselâ belli bir müddet evde oturmak, çocuğu emzirmek, bakımını ve yetiştirilmesini üzerine almak, iddet nafakasından vazgeçmek gibi.