Karı-Koca Yataklarını kaç Gün Ayırabilirler?

Eşler ne kadar süreyle yataklarını ayırabilir?Birbirlerine dargınlık sebebiyle eşler kaç gün ayrı yatabilir.Erkek yatağını kaç gün ayırabilir?
Kavga sonucu eşlerin yataklarını ayırması nikahın sıhhatine mani değildir; bununla nikah düşmez.

İslâm'da dargınlık hâli, müminler arasında herhangi bir konuda ihtilâf edilebileceği kabul edilerek geçerli sayılmış; ancak bu hâlin üç günü geçmemesi gerektiği emredilmiştir. (Buhârî, Edep, 57, 62; Müslim, Birr, 23, 25).

Bu, alelâde günlük vakalar içindir. Ayrıca, "yüz çevirme" denilen bir dargınlık türü de vardır ki, asîler ve fasıklara karşı yapılır. Dârü'l İslâm' da yaşayanlardan Müslümanlar arasında kesinlikle ayrılık söz konusu olamaz. Eğer küskünlük meydana gelmiş, nefislere uyulmuşsa, Allah'ın şu emri tatbik edilir:

"Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, size rahmet edilsin." (Hucurat, 49/10).

Hz. Peygamber (asm) de şöyle buyurur:

"Bir kişinin kardeşini üç günden fazla küs bırakması helâl değildir. İki mümin karşılaştıkları zaman birisi yüzünü şu tarafa, öbürü öte tarafa çevirir. Halbuki bu iki mü'minin hayırlısı önce selâm vermeye başlayandır." (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII / 145)

Yüz çevirmeye gelince; bu, asî, fasık, zalim kimselere karşı yapılacak bir davranıştır. Tebük gazasına katılmayıp geride kalan Kâ'b ibn Mâlik, Mürâre İbn Rebî' ve Hilâl İbn Ümeyye adlarındaki üç sahabî ile Hz. Peygamber (asm)'in emriyle elli gün hiçbir Müslüman konuşmamış, onlara selâm bile verilmemiş ve selâmları alınmamış, onlara güler yüz gösterilmemiş, tamamen dışlanmışlardı. Kâfirlere karşı düzenlenen cihat harekâtından geri kalan bu üç kişiden Kâb, bizzat, yaşadığı o acıklı durumu şöyle anlatır:

"...Sonra Rasûlullah müminlerin bizimle konuşmasını yasakladı. Savaşa katılmamış olan üçümüzle de kimse konuşmuyordu. Herkesten ayrı kalmıştık. Yeryüzü bana çok dar ve manasız gelmişti o zaman..."

Bunlar toplum içinde yapayalnız kalınca çok pişman olmuş ve yaptıklarına tövbe etmişlerdi. Nihayet Allah Teâlâ onları affedip haklarında şu âyeti indirdi:

"Ve Allah savaştan geri kalan o üç kişinin de tövbelerini kabul buyurdu. Bütün genişliğiyle beraber yeryüzü başlarına dar gelmiş, canları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah'tan, yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Allah onların tövbesini kabul buyurdu ki tövbe etsinler. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir. " (Tevbe, 9/118).

Bu âyet indikten sonra, kendilerinden yüzçevirilen üç sahâbî büyük bir sevinçle ümmetle bütünleşmişlerdi. (Hadîsin ve olayın tam metni için bk. Buhârî, Meğâzî, Gazvetü Tebük)

Bu olay göstermektedir ki, İslâm toplumunda Müslümanlar bir vücût teşkil ederler. Onlar, birlik ve bütünlük içinde topluca Allah'ın şerîatına sarılırlar, ümmete aykırı düşenler hemen toplum dışına itilirler. Ka'b ve arkadaşlarının başına gelen olay ayrıca İslâm toplumunun samimi bir iletişim düzeni kurmasının önemini; Allah rızası için dostluk kardeşlik bağı ile bağlı olan müminlerin cemâat anlayışında bulunması gereken aşıklık ve netliği; davanın mükellefiyetlerine göğüs germe, verilen emirlere değer verme ve müşrûiyyet dairesinde itirazsız itaat etmenin ehemmiyetini; Müslümanlardan ayrı düşüldüğünde nasıl pişman olunduğunu da anlatmaktadır.

Rasûlullah (asm) Müslümanların birbirine buğz etmelerini, arka çevirmelerini, hased ve birbirleriyle alay etmelerini yasaklamıştır. (Buhârî, Edep 57; Müslim, Birr, 24, 28; Tirmizî, Kıyâme, 54) Rasûlullah (asm), İslâm toplumunda da insanlar arasında türlü geçimsizliklerin çıkacağını bilerek müminlere kesinlikle üç günden fazla birbirlerini bırakmamalarını emretmiştir. Rasûlullah (asm), müminlerin birbirlerine üç günden fazla küs durmalarının onları kin, nefret, buğz duygularıyla donatacağını ve doğal olarak zıtlaşmanın çatışmalara bile yol açacağını haber vermiştir.

Küskünlükler, bir münakaşada kızgınlık sebebiyle ve sarfedilen kelimelerle; eline, beline, diline sahip olmayan şuursuz müminler arasında görülebileceği gibi, bir başkası tarafından taşınan sözler sebebiyle, karşılıklı vuruşma, sövme gibi sebeplerle meydana gelmektedir. Günümüzde mezhep, meşrep vb. görüş farklılıklarının taassup ve fanatizm derecesine varmasından da ümmet fertleri arasında ayrılıklar görülmektedir. Netîce itibariyle her kim Rasûlullah'ın en güzel yoluna uymuşsa, cahilî, ilkel, kaba yobaz, ham softâ tavır ve tutumları bırakmak zorundadır. Buna riayet eden Müslümanlar asla dargın kalmazlar. (Sait KIZILIRMAK, Şamil İslam Ansiklopedisi)

* * *

Hadiste belirtildiği üzere karıya, kocanın "iyi muâmele"de bulunması esastır. Kocasının onun üzerinde bazı hakları vardır. Ancak onun da kocası üzerinde hakları vardır. Her ikisi de diğerinden bu haklardan daha fazlasını zorla isteyemez. Erkeğin kadınına karşı borçları nafakadır: Yiyecek, giyecek ve mesken temini. Dinimiz bunların asgarî miktarını tâyin ederken devrin şartlarını, örfü, kadının geldiği ailenin iktisadî seviyesini göz önüne almıştır. Fıkıh kitaplarımız bu meselelere geniş yer verir. Teferruata girmeden İslâm âlimlerinin icma ettikleri ana prensipleri kaydedelim:

Nikah akdi, istihdam (kadını hizmetlenme) akdi değildir. Bu sebeple yemek yapmak, evi süpürmek, çamaşır yıkamak gibi dahilî; dükkanda, tarlada çalışmak, hayvanları tımar etmek gibi harici işleri yapmakla mükellef değildir. Kadın, bu çeşit hizmetlerin görülmesi için, masrafı kocası tarafından karşılanmak üzere en az bir hizmetçi tutmak hakkına sahiptir. Koca, hanımın yemeğini pişmiş ve hazırlanmış olarak getirmek zorundadır. Kadın bir kısım ev işlerini yapıyorsa, bunu hukukî bir mecburiyet olarak değil, bir iyilik, hoş bir âdet, örf olarak yapar. Bu çeşit işleri yapmak istemese kocası icbar edemez. Bu davranışı sebebiyle kadın günahkâr da olmaz. Ona terettüp eden hukukî vecibe: “Kocasından izin almadan evden ayrılmaması, kocasının istemediklerini eve almaması, çağırdığı takdirde yatağa gelmesidir.”

* * *

Erkek eşinden yatakta en fazla kaç gün uzak kalabilir?

Her şeyde olduğu gibi, ibadette de ifrat ve tefrit makbul değildir. Makbul olanı, ne ifrata kaçan, ne de tefrite düsen... Belki vasatî olandır. Nitekim hadîste de ayni hüküm verilmekte, aynı ölçü tavsiye buyurulmaktadır:

"Allah için yapılan ibadetlerin en faziletlisi, vasat olanıdır!"

Vasat ibadet, sahibini mecburî mükellefiyetlerini yapamaz hale düşürmez. Aile ve çoluk çocuğunu ihmal eder hale sürüklemez. Belki her hak sahibine hakkını verme mükellefiyetlerini hatırlatır, o imkânı dâima elinde muhafaza etme titizliği temin eder.

Hal böyleyken, Hz. Ömer (ra) zamanında bir genç, böyle bir anlayış içinde değildi. O, yeni evlenmiş olmasına rağmen yazın en sıcak günlerinde bile gün boyu oruç tutuyor, sabahlara kadar da namaz kılıyordu. Yâni, mükellefiyetlerini ifa ettikten sonra ayrıca nafile ibadetlerle çok ileri gidiyor, hattâ bu yüzden hanımını da ihmal etmiş oluyordu.

Anlayışlı ve tahammüllü hanımı, onun bu halini zamanla geçer düşüncesiyle çok görmedi, sabırla karşılamayı düşündü. Ama kocası, devam ettirmek niyetinde görünüyordu bu halini. Bu yüzden durumu Halife Hazret-i Ömer’e izah etmekte zaruret gördü. Ancak, bunu nasıl söyleyecek, ne türlü bir ifadeyle anlatacaktı? Kendine göre bir ifade tarzı da buldu. Doğruca Halifenin huzuruna girdi. Halifenin yanında meşhur hukukçu Kâ’b vardı. Bütün kuvvet ve cesaretini toplayarak konuştu:

– Yâ Emîre’l-Mü’minîn, öyle zâhid bir beyim vardır ki, bütün yaz boyu sıcak günlerde oruç tutuyor, yine böyle kısa gecelerde sabahlara kadar da nafile namaz kılıyor. Bunu aralıksız sürdürüyor, hiç bırakmıyor!

Halife böyle bir gencin varlığından dolayı memnun oldu.

– Maşallah, barekallah, senin kocana. Demek bu uzun günlerde, böyle kısa gecelerde bütün mevsim boyu ibadette bulunuyor, tebrik etmek gerek böyle genci.

Kendisinin şikâyet ettiği konuyu Halifenin tebrik ettiğini gören kadın, başka hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti.

Ama meşhur Basra Kadısı Kâ’b, buna itirazda bulundu:

– Yâ Emîre’l-Mü’minîn, siz bu kadının kocasını tebrik mi ediyorsunuz? Halbuki kadın onu size şikâyet ediyor? dedi.

Halife tereddütlü:

– Hayır, şikâyet değil, tebrik ediyor.

Şikâyetti, tebrikti derken, Halife adam gönderip kadını çağırttı.

– Söyle bakalım, zâhid gencin hanımı! Beyinin bu halini şikâyet mi ettin, yoksa takdirinden dolayı mı böyle konuştun?

– Ne takdiri yâ Emîre’l-Mü’minîn, şikâyet ettim. Ben de başka kadınlar gibiyim. Benim de normal ve fitrî ihtiyaçlarım var. Ama onun böyle bir meselesi yok. O, bütün gün akşama kadar oruç tutar, yine bütün gece sabahlara kadar namaz kılar. Bunun dışında başka bir mes’ele dikkatini çekmez, zihnini meşgul etmez. Benim varlığımın farkında bile değil.

İslâm hukukçusu Kâ’b’in tahmini doğru çıkınca Halife ona döndü:

– Söyle bakalım ey Kâ’b, ne diyeceksin bu hanıma? Teşhisi sen yaptın, tedaviyi de sen göstereceksin.

– Yâ Emîre’l-Mü’minin, bu kadının kocasını getirtin, ben söyleyeceğimi bilirim.

Hemen genci buldurtup getirttiler. Kâ’b, ona şu kısa nasihatte bulundu:

– Bütün gün oruç tutup, sabahlara kadar da namaz kılan delikanlı, şunu iyi bil ki, bu halin bir ifratın eseridir. İfrat ise, her şeyde olduğu gibi, ibadette de iyi değildir. Makbul sayılmamıştır. Amellerin en faziletlisi, vasat olanıdır.

Ve Kâ’b söyle devam eder:

– Bundan böyle aileni günlerce ihmal etmeyecek, her dört günde bir mutlaka onun yanında olacaksın. En azından dört günde bir yanında olmaz, onu yine yalnız bırakmakta ısrar edersen, yaptığın ibadetten kazandığın sevabın, onu odasında yalnız bırakmaktan dolayı üstüne aldığın sorumluluğu ortadan kaldıramaz.

Genç, İslâm Hukukçusu Kâ’b’den bu nasihati dinledikten sonra, teşekkür ederek ayrılınca Halife merakla sordu:

– Ey Kâ’b, simdi de bana cevap ver bakalım, yarin huzur-u İlâhî’ye varınca verdiğin bu fetvanın delilini nasıl bulacak, dört günde bir ailenin yanında bulunmaya mecbursun, gibi sözün izahını nasıl yapacaksın?

Kâ’b, rahat cevap verdi:

– Ey Emîre’l-Mü’minîn. Allahü Azimüşşân Kur’an-ı Kerim’inde bir erkeğin dörde kadar evlenebileceğini bildirmiyor mu?

– Bildiriyor.

– Bu ne demektir? Demek ki, bir kadın beyinden üç gün ayrı kalabilir;dördüncü gün ise sıra kendisine gelir. Bundan anlaşılıyor ki, onu yalnız başına uzun müddet bırakmamalı, hiç olmazsa dört günde bir yalnızlıktan kurtarmalıdır. Şayet dört günden de azına muhtaç olsalardı, erkeklerin dörde kadar evlenmelerine müsaade çıkmazdı.

– Bu cevap, önceki teşhisten de orijinal! diyen Halife Hazret-i Ömer, bu defa Kâ’b’a gözünü dikerek konuştu:

– Ey Kâ’b, hemen yol hazırlığına başla. Çünkü sen şu andan itibaren Basra Kadısısın! Tayinin yapılmıştır.

Genç adamın ifratını böylece vasata getiren Kâ’b, vefat edinceye kadar Basra Kadılığında kalmıştır.